Temsili demokrasilerde, bireyler kamusal yaşama doğrudan müdahale edememekte, bunun yerine temsilciler seçmekte ve kamusal işleri onlar adına bu temsilciler yürütmektedir. Böyle olunca kamusal işleri toplum adına yürüten kişiler, çok büyük bir gücü kullanmakta, fiilen büyük bir iktidara sahip olmaktadır. Kamu adına güç kullanımı kötüye kullanımlara da açık olabildiği için ortak akıl, bunları birbirini denetleyip dengeleyebilecek şekilde bölmüştür.
Güçler ayrılığı, yani erkler ayrılığı ilkesi, kamu adına kullanılacak güç veya yetki kategorilerini bölerek her birini başka kişi ya da kurullara bırakmak suretiyle, güç kullanımında tekelleşmeyi ve dolayısıyla kötüye kullanımı engellemek adına geliştirilmiştir. Böylece yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirinden ayrılmış, bu yetkilerden her birisini farklı kişilerin kullanması sağlanmış ve bu erklerin birbirini denetleneme imkânı düzenlenmiş, bu suretle kamusal güç kullanma hususundaki tekelleşme engellenerek, doğrudan demokrasiye en yakın sistem oluşturulmaya çalışılmıştır.
Toplumsal kaynaşmaların zora dayalı olarak çözüme kavuşturulduğu devrim dönemleri dışında, hemen tüm gelişmiş toplumlarda, güçler ayrılığı ilkesi özel bir öneme sahiptir. Bu sistemde, her bir erkin kullanabileceği yetkiler açıkça belirlenmiş, birbirlerini nasıl denetleyecekleri açıklanmış ve böylece kamusal yaşam ayrıntılarıyla kurallara bağlanmıştır. Bu yolla kamu adına kullanılan gücün tekele alınması engellenmiş, kötüye kullanımların da önüne geçilmiştir.
Siyaset, temsili demokrasilerde toplumsal taleplerin hayata geçirilebilmesi, toplumsal ve sınıfsal çelişkilerin çözüme kavuşturulabilmesi bilimidir. Her bir toplumsal sınıf, zümre ya da tabaka, kendi çıkarlarına uygun siyasi ve ekonomik taleplerde bulunur. Çoğu zaman farklı sınıfların talepleri birbiriyle çelişir, ters düşer. Örneğin ücretlerin artırılması emekçi sınıfların çıkarına uygun ancak sermaye kesiminin çıkarına aykırıdır. Ya da tarımsal faaliyetin vergilendirilmesi, köylünün çıkarlarına aykırı ancak bu suretle elde edilen gelirler sebebiyle vergi yükü azalan diğer sınıfların çıkarlarına uygundur. İşte siyaset, birbiriyle çelişen bu toplumsal taleplerin en uygun koşullarda hayata geçirilebilmesinin bilimidir.
Siyasi partiler, belli toplumsal talepleri esas alan ekonomik ve siyasi programlar hazırlar ve toplumsal sınıflar, kendi çıkarlarına uygun programa oy vererek, bu partiyi iktidara taşımaya çalışır. Bu şekilde kamusal görevler almış siyasi partiler, temsil ettikleri sınıfların ya da katmanların çıkarlarını savunurken, diğer sınıflarla ilgili toplumsal talepleri savunan siyasi partilerle uzlaşmaya çalışır. Asgari müşterekler bu suretle tespit edilir ve böylece uzlaşmaz çelişkliler akılcı şekilde yönetilmiş ve toplum yararına en uygun çözümler üretilmiş olur.
Bir başka deyişle toplumsal sınıflar kendi aralarında doğrudan uzlaşma sağlayamayacaklarından, asgari müştereklerin tespitinde, onları temsil eden siyasi organizasyonları ve bunların programlarını kullanmak zorundadır. Siyasi partiler, doğrudan bir araya gelemeyen toplumsal sınıf ve katmanların uzlaşmasını sağlayan araçlarıdır. Belli uzlaşmaların sağlanamadığı, asgari müştereklerin akılcı şekilde tespit edilemediği durumlarda, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkiler sosyal patlamaya sebebiyet verir. İşte siyaset, bu toplumsal uzlaşmanın sağlanması, sınıfların asgari müştereklerinin tespiti, talepler arasındaki çelişkilerin en uygun şekilde çözüme kavuşturulabilmesi bilimidir. Böylece siyaset bilimi, sosyal patlamaların önüne geçmeye ve toplumsal refahı yükseltmeye yönelik olarak çalışır.
Siyasetin işlevi bu olunca toplumsal gelişmeyi en uygun koşullarda sağlayacak ve tüm sosyal sorunları çözebilecek bir temsil organının, tüm toplumsal sınıf, katman ve zümreleri temsil etmesi zorunludur. Çünkü ancak böyle bir temsil organında, her türlü sosyal sınıf ve katmanın talepleri dikkate alınabilir, pazarlık konusu yapılabilir ve akılcı asgari müşterekler, ancak tüm toplumsal talepler değerlendirilmek suretiyle bulunabilir. Dolayısıyla bir temsil organında bazı sosyal sınıf ya da katmanlar temsil edilmiyorsa sosyal yaşamın geleceğine dönük en uygun asgari müştereklerin tespiti mümkün olmayacaktır. Başka deyişle temsil edilmeyen toplumsal sınıfın talepleri değerlendirmeye tabi tutulamayacak, asgari müşterekte dikkate alınamayacak, böyle olunca da sosyal sorunların akılcı çözümü gerçekleştirilemeyecektir. Yani siyasi mekanizma, sosyal sorunların akılcı çözümünü hayata geçiremeyecek, temsil edilmeyen sosyal sınıflar, haklarını başka yollarla aramaya kalkışacaktır.
Bu sebeple doğrudan demokrasiye en yakın olan sistemler, tüm sosyal sınıfların temsil edildiği organlara sahip olan temsili demokrasilerdir. Bununla birlikte en küçük toplumsal grupların dahi temsil edilebildiği siyasi organlarda bazen akılcı bir uzlaşma sağlanamamaktadır. Elbette siyasetçi, işlevinin bilincinde olan kişidir. O hem belli sosyal sınıfları temsil etmekte, onların ekonomik ve siyasi programını uygulamaya çalışmaktadır hem de tüm toplum adına karar almaktadır. Bu sebeple diğer sosyal sınıfların taleplerini de değerlendirmek, asgari müşterekleri bulmak ve gerekli uzlaşmalara gitmekle görevlidir. Siyasetçi işlevinin farkında değilse yani siyasi bilinci yeterli seviyeye ulaşmamışsa siyasi mekanizma görevini yerine getiremeyecektir.
Sınıflar arasındaki çelişkiler siyaset yoluyla çözülmezse sosyal basınç yükselecek ve tansiyon düşürülemediği takdirde, aşırı basınç patlamaya yol açacaktır. Bazen siyaset insanının siyasi bilincindeki noksanlıktan, bazen de çok sayıda sosyal sınıf ve katman arasında akılcı çözümler geliştirebilmenin zorluğundan dolayı, siyaset tıkanabilmekte ve toplumsal istikrar bozulabilmektedir.
İşte bu sorunla karşılaşan ortak akıl, seçim sistemleri üzerinde değerlendirmeler yapmış, demokrasiden kısmen fedakârlıkta bulunmak suretiyle, sosyal istikrarı sağlamanın yöntemlerini geliştirmiştir. Örneğin seçimleri barajlara bağlamak suretiyle, küçük toplumsal sınıf ya da katmanların temsil organının dışında bırakılması, istikrarı sağlayan bir yöntem olarak geliştirilmiştir. Böylece küçük sosyal gruplar, doğrudan kendilerini temsil eden organizasyonlara değil, onlara en yakın programlara oy vermeye zorlanmakta, bu durumda sosyal istikrar sağlanabilmekte ama demokrasi zarar görmektedir. Çünkü zaten dolaylı olan temsil sisteminde, bir de kendi programı yerine yakın programa oy veren sosyal grupların varlığı, dolaylılık derecesini, temsil kademesini artırmaktadır. Oysa doğrudan demokrasiden uzaklaşmaya sebebiyet veren her kademe, demokrasi adına ayrı bir kayıptır. O halde sosyal istikrarı sağlamaya yönelik temsil noksanlıları, ancak başka çözümler bulunamadığı durumlarda kabul edilebilir.
Kural olarak temsilin sağlanacağı asıl organ yasama meclisidir. İster parlamenter sistem, ister başkanlık sistemi ve hatta isterse meclis hükümeti sistemi olsun toplumsal sınıfları temsil eden kişilerin görev alacakları organ yasama meclisidir. Parlamenter sistemde yürütme, yasama organından güvenoyu almak zorunda olduğundan, meclis hükümetinde ise doğrudan yasama tarafından seçildiğinden, yasamadaki temsil, yürütmeyi de kısmen kapsamına almaktadır. Daha doğrusu sosyal sınıf ve katmanları temsil eden yasama organı, yürütmeyi de denetimi altında tutup, yeri geldiğinde güvensizlik oyu ile düşürebildiğinden, yasama meclisinde gerçekleşen toplumsal temsil, yürütmeyi de tam bir denetim altında tutabilmektedir. Üstelik disiplin parti sistemi, yani parti kurullarının üyelerin kullanacağı oylar hususunda bağlayıcı kararlar alabilmesine dayanan partiler olgusu, bilhassa parlamenter sistemde yürütme ve yasama arasındaki erk ve güç ayrımını ortadan kaldırmıştır.
Sistemde iktidardaki siyasi parti, hem parlamento çoğunluğunu elde etmekte hem de aynı çoğunluğa dayanarak ve çoğu kez parti yöneticilerinden oluşan yürütme organını da kendi mensupları arasından çıkarmaktadır. Dolayısıyla yasama ve yürütme, aynı siyasi parti mensuplarından teşekkül ettiğinden, parlamenter sistemde gerçek bir erkler ayrılığından söz etme imkânı kalmamıştır. Bunun yerine iktidarla muhalefet arasında bir dengeden söz etmek daha doğrudur. Dolayısıyla toplumsal sınıf ve katmanlar arasındaki uzlaşma, kural olarak iktidar ve muhalefet partileri arasında ve parlamentoda gerçekleşmekte, bu uzlaşmanın sonuçlarını da yürütme yerine getirmektedir. Ancak yürütme, bu icraatlarında yasamanın denetiminde olduğundan, temsili demokrasinin gerekleri yerine gelmektedir.
Buna karşılık başkanlık sisteminde yasama ve yürütme arasındaki erk ayrılığı çok daha belirgindir. Özellikle ABD gibi disiplinli parti sisteminin uygulanmadığı bir ülkede, başkanlık sistemi, erkler ayrılığı ilkesinin temelinde yatan mantığa uygun sonuçlar verebilmektedir. Bu sistemde başkanı doğrudan halk seçer. Sistemde başkan yürütmenin kendisidir. Halk tarafından seçilen başkan yardımcısı dışında, kabine üyelerini doğrudan başkan atar. Dolayısıyla kabine yasamaya değil, başkana karşı sorumludur; çünkü başkanın kişiliğinde varlık bulur. Başkanın yasama meclisini feshetme yetkisi yoktur; buna karşılık yasama da başkanı düşüremez. Çünkü başkanı yasama değil, doğrudan halk seçmiştir. Hele bir de ABD’de olduğu gibi parti disiplini mevcut değilse yasama ve yürütme arasında gerçek bir erkler ayrılığı mevcuttur.
Bu örnekte başkan istediği yasal düzenlemeleri yasamadan talep eder ama yasama meclisinde kendi partisi çoğunlukta olsa da parti disiplini bulunmadığından, bunların yerine getirilmesi her zaman mümkün olmaz. Bu sebeple de başkanlık sisteminde, yürütmenin düzenleyebileceği mevzuat alanı, parlamenter sistemden çok daha geniştir. Kararnameler, tüzükler gibi düzenlemelerle başkan, kısmi de olsa yasama yetkisine sahiptir. Daha doğrusu bu düzenleyici işlemleri gerçekleştirerek, diğer sistemlerde yasama meclisinin yetkisinde olan alanın bir kısmını başkan doldurabilir. Keza uluslar arası sözleşmeleri, yasamanın onayını alarak başkan gerçekleştirir ki bu sözleşmeler, kanun gibi sonuç doğurur.
İhsan Darende